Katılaşmış Kümelerden, Anlamlı Harmoniye: İş Hayatında Değişim Rüzgarı
Son zamanlarda yöneticiler iş yerinde refaha ve bireyin iyi olma haline her zamankinden daha çok önem vermeye başladı. Deloitte’un Covid-19 sürecinden hemen önce 9.000 kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği 2020 Küresel İnsan Sermayesi Trendleri araştırmasına göre katılımcıların % 80'i “iyi olma hali” (well-being) konusunu kuruluşlarının başarısı için önemli veya çok önemli olduğunu belirterek, trendlerin en üstüne taşıdılar. Covid-19 bu “iyileşme” sürecini hepimiz için hızlandırmış oldu.
İçinde bulunduğumuz bu zamanlar “well-being” kavramının bir trend, yapılacaklar listesindeki bir madde olmaktan çıkıp kurum kültürünün önemli bir parçası olarak değerlendirilmesini gerektiriyor. Zira iyi olma hali (well-being) daha sağlıklı, daha mutlu ve daha üretken bir iş gücü, topluluk ve dünya yaratma anlayışı ve taahhüdüdür. Kurumlar bir yandan pandeminin getirdiği beklenmedik ve eşsiz problemlerle mücadele ederken bir yandan da geleceğin inşasında önemli bir rol oynuyor. Çalışanların kişisel, profesyonel, fiziksel ve mali açıdan iyi olması ve gelişmesi için gerekli koşulları güçlendirmeye ve yaratmaya odaklanmak kuruluşlar içindeki liderlere kalmış durumda.
Kurumlar insanlaşın!
İnsan muazzam karmaşık bir organizma. Onca duygu, düşünce, tutku ve yetenek, sürekli değişen içsel ve dışsal etmenlerle yeniden şekilleniyor ve fonksiyon buluyor. Finlandiya’nın doğum izinlerinde cinsiyet eşitliği düzenlemesi, İspanya’nın iş günlerini 4 güne indirme denemesi gibi adımlar özel hayat ile iş hayatı arasında yeni bir ahenk arayışında olduğumuzun örnekleri olarak değerlendirilebilir. 1770 lerde politik iktisatçı Adam Smith’in insanın yetenekleri çerçevesinde uzmanlaşmasının üretkenliği nasıl büyük ölçüde arttırabileceğine dair yayınladığı yazıyla bir akım başlattı. İnsanın endüstriyel üretimde bir araç-makina olarak konumlanması yaklaşımı doğal olarak organizasyonel yapıyı da bu yaklaşımın etrafında şekillendirdi. O yazının ve endüstri devriminin üzerinden epey zaman geçmesine rağmen bugünkü kurumsal yapılara etkisini hala büyük ölçüde görebiliyoruz.
Her işletmenin önceliği olan kârlılık ve verimliliğin yalnızca çalışanların yetenekleriyle ilişkili olmadığı, aynı zamanda mutluluğu ve iyi olma hali ile de ilişkili olduğunu Ekonomik Performans Merkezi tarafından gerçekleştirilen Çalışan Refahı, Üretkenliği ve Kurum Performansı araştırması gözler önüne seriyor. “Daha yüksek çalışan refahı, daha yüksek üretkenliğe ve nihayetinde, işletmelerin temel işletme aktivitelerinde faydaya yol açar mı?” sorusuyla yolan çıkan araştırma, müşteri veritabanındaki 49 sektördeki 230 bağımsız organizasyondan 1.882.131 çalışanın refahını ve 82.248 iş biriminin performansını içeriyor. Sonuçlar, çalışanların şirketlerinden memnuniyetleri ile çalışan üretkenliği ve müşteri sadakati arasında önemli, güçlü bir pozitif korelasyon olduğunu gösteriyor. Yani işyerindeki yüksek refah seviyesi aynı şekilde her bir iş biriminde de kârlılıkla getiriyor.
Daha sağlıklı, daha iyi bir hayat, o hayatı var eden her kümede paralel bir iyileşme ile gerçekleşir. Bireyin iyileşmesi, daha sağlıklı ve mutlu olması, varoluşa bağlı diğer tüm toplumsal mekanizmalara da yansır. Süregeldiği gibi yalnızca organizasyonları iyi etme hedefi yerine bir adım geriye atıp, o organizasyonların birer insanlar topluluğu olduğunu hatırlamak, daha bütüncül yaklaşımlar geliştirmemizi sağlayabilir. İyi olma halini (well-being), çalışan verimliliği gibi insan hayatının temel kümelerinden sadece biri olan iş hayatı çerçevesinde değerlendirmek yerine, bütünsel bir iyi olma halini merkezimize koymak aradığımız cevap olabilir. Kurumsal sistemleri statik organizasyonlar yerine yaşayan organizmalar olarak görmeye başlamak belki de hayal ettiğimiz birlikte ve her alanda iyi olunan geleceği inşaa etmenin ilk adımıdır.
Gelecek, kollektif amaç, bireysel refah ve anlamlı emek etrafında şekilleniyor. Çalışmak, bir kurumun çalışanı olmaktan, yaşayan bir organizmanın değer yaratan, anlamlı parçası olmaya evriliyor.
Pandemi ile gelen yeni çalışma düzeni, bazı global şirketler için artık geçici değil, yeni norm olarak sahiplenilmeye başlandı bile. Hepimiz uzaktan çalışma, hibrit çalışma, paylaşımlı alanlarda çalışma gibi eski yaklaşımlardan doğan yeni kavramlara alışmaya çalışıyoruz. Kurumsal verimlilik ve büyüme, ofise gitmeyen, kendi insiyatifiyle sorumluluk alan çalışanlarının, kendi başına üretme istekliliğine bel bağlamış durumda. Kişinin üretme arzusu, ofis ortamı, iş arkadaşları, mevkiler gibi dış teşvik unsurlarının azalması ile neredeyse yalnızca kişinin iç motivasyonundan beslenebilir hale geldi. Bu iç motivasyon yeterince güçlü değilse, günlük iş yükü anlamsız, çalışmak keyifsiz ve nedensiz hissettiriyorsa, o zaman ne olacak?
Çalışanlarınızı, beraber ürettiğiniz iş arkadaşlarınızı ve paydaşlarınızı ortak bir resmin anlamlı parçası olmaya davet edebilirsiniz özellikle de bir yanılsama için boşa mı çabalıyoruz endişesinin hakim olduğu bu belirsizlik günlerinde.
Kurumlar, çalışanlarının iş hayatı ile özel hayat arasında ahenk arayışının kucağında savrulan, eski dünya ile yeni belirsizlikler arasında sıkışan gerçek insanlardan oluşuyor. Pandeminin en önemli getirilerinden biri, kurumların ve sistemlerin evlerinde, ekran başında, kişisel motivasyonlarını ayakta tutup üretmeye devam eden insanlardan oluştuğunu bize hatırlatması oldu. Bu hatırlatma çalışanların kalbine indi, karar vericilerin ise zihninde bir soru olarak belirdi: Peki ama nasıl, nereye gidiyoruz?
Gerçekler, gittikçe yalnızlaşan modern insanın, nadiren samimiyetle sorulan sorular karşısında, şeffaf ve olduğu gibi paylaşacağı hikayeler ile gün yüzüne çıkacak. Yeni dünya anlaşılmayı ve tasarlanmayı bekliyor.
1Konuşun. Mümkün olan herkesle, yüz yüze konuşun! Yalnızca yan masanızla değil, her gün birlikte çalışmadığınız departmanlarla da konuşun. Bu sohbeti kendi perspektifinizi genişletmek için yaptığınızı unutmayın. Varsaymayın, sorun.
2Gerçekten dinleyin. Aklınızdaki düşünceleri, varsayımları onaylatmak için değil, tekrarlanan öneri, problem ve olasılıkları tanımlamak ve bazen de iyi giden şeyleri, işe yarayan, iyi gelen deneyimleri öğrenmek için dinleyin. Sadece not alan zihinlerinizi değil, kalbinizi de açarak dinleyin. Cevaplar çoğu zaman öngörüleriniz arasında değil, sohbet esnasında duyduğunuz beklenmedik içgörüler arasında saklı olabilir. O sürprizlere açık olun.
3Dikkatle analiz edin. Sohbetler esnasında öğrendiklerinizi, duyduğunuz içgörüleri içtenlikle anlamaya çalışın. Çoktan seçmeli anketlerle memnuniyeti değerlendirmek, çalışanların imleç takibinden dikkat sürelerini anlamaya çalışmak gibi yöntemler ancak destekleyici yaklaşımlar olabilir. Bu yaşadığımız, yeni bir çağın ilk yılı. Eski öğrenimleriniz sizi geleceğe taşımayacak fakat ihtimalleri hayal etmenizi kolaylaştıracak. Araçların sadece birer araç olduğunu hatırlayın. Elde ettiğiniz verilerin geleceği şekillendirecek kaynaklara dönüşmesi sizin elinizde.
4Sadece paternlere değil, tekil içgörülere de kulak kabartın. Elde ettiğiniz verileri değerlendirirken ilk gözünüze çarpacak tekrarlanan problemlerin ve iyi uygulamalar olacaktır. Bunların yanı sıra, duyduğunuz başka hiçbir hikayeye benzemeyen o tekil içgörülere, onların motvasyon ve sonuçlarına da bakmayı unutmayın. Paternleri tanımlamak çözüm önerilerinizin temel yapısını geliştirmek için çok önemlidir ancak yenilikçi, beklenmedik bir adımın ipuçları o tekil içgörülerde saklı olabilir.
5İşbirliği yapın, bizlik oluşturun. Pandemiyle güç ve hız kazanan bu gelecek kaygısı hepimizin derdi, şu an dünyanın dört köşesinde, her işletmenin masasında. Yalnız değilsiniz. Sınırlarınız arasına sıkıştırmayın kendinizi. Başkalarının öğrenimlerinden yararlanın, dinleyin, öğrenin. Çabanız kopyalanacak çözüm önerilerine ulaşmak, küçük bütçelere çözüm satın almak için değil potansiyel bir enerji olarak gerçekleşmeyi bekleyen o özgün versiyonunuzu keşfetmek için olsun. Beraber hayal kurmanın bereketini deneyimlediğiniz kişi ve kurumlarla bizlikler, birlikler oluşturun, işbirliği yapın, işi birlikte yapın.
6Yaratıcılara alan açın. Temel düşünme, üretme pratiğinde yaratıcılık olan tasarımcılara, yaratıcı profesyonellere alan açın. Tasarım, ürettiklerinizi güzel gösteren, müşteri tarafından arzu edilebilir hale getiren bir sihirli dokunuş değildir. Aksine yaratıcı bir problem çözme , çözüm geliştirme metodudur. Bu yüzden tasarımcıları problemin tanımlanmasından çözümün geliştirildiği ilk adımlarda sürece dahil ederek, gündeme reaksiyon gösteren değil geleceği tasarlayan bir kuruma dönüşmek için adım atın. Yaratıcı profesyonelleri doğru konumlandırma cesaretini ve çalışanlarınızın içinde saklı kalan yaratıcılığı ortaya çıkarma becerisini gösteren kurum siz olun, gelecekte söz sahibi olun.
7Çözümü ihraç etmeyin, özgünlüğünüzü koruyun. Bu dönem nevi şahsına münhasır. Farz edin ki biri elektriği buldu, biri interneti icat etti. Çalışma, iş hayatı, özel hayat, sosyal hayat gibi kavramların temelden sorgulandığı bir aralıktayız. Her ne kadar sebep ortak olsa da her ülkenin kendine has kültürel kodları, sınırları, kaynak ve gelişme hedefleri var. Gelecek hayallerinde ortaklaşmamız, o geleceğe aynı yollardan gitmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Yerel kapasite, kültürel kodlar ve toplumsal bariyerlerin bilincinde olmadan atılan her adım yara bandından başka bir şey değil.
8Holistik yaklaşın. Üstüne konuştuğumuz konular sadece bugünün meseleleri değil dünden taşıdığımız yarının konuları. Sürekli değişiyoruz. Tüm alışkanlıklarımızı yeniden sorgulatan İklim değişikliği, dil, din, ırk, cinsiyet, politik görüş gibi birçok insan hakları temelli konuda kapsayıcılık talepleri ve insan odaklı tasarım yaklaşımından gezegen odaklı bütüncül yaklaşımlara geçiş gibi hemen her köşede yaşanan değişimler bize önemli mesajlar veriyor. Büyük resmi görmek için artık bir değil, beş, hatta on adım geriye gitmek gerekiyor. Her şeyin birbiriyle olan ilişkisini gözeterek kararlar vermek, gelecekte de fayda yaratmaya devam eden adımlar atmamızı sağlayacak.
9Varsayımların sizi atıllaştırmasına izin vermeyin. İnsanları dinlemek, her kafadan çıkan o çok çeşitli seslerden ortak değer alanları keşfetmek sanıldığı kadar zor değil. Sadece bir doğruya (ve hatta kendi doğrunuza) varmak için yolculuklar, sistemler, mekanlar tasarlarsak “ya sev ya terket” seçeneklerinde sıkışık bir alan yaratmış oluruz. İnsanlar zamanla bu sıkışmışlığa alışır, atıllaşır, körelir ya da terk eder. Varsayımlarınızın sizi derin, değerli adımlar atmaktan alıkoymasına izin vermeyin, denemeye açık olun. Tek doğru yoktur. Belki de kurumunuzu çok sesli, alternatif doğruların geliştiği, üretken bir alana dönüştürmek sanıldığından daha mümkündür.
10Deneylere açık olun. Deneysellik ne idüğü belirsizlik, boşa harcanan zaman, yanan bütçeler demek değildir. Eğer neyi denediğini, hangi veriye ulaşmak için o deneyi yaptığını biliyorsanız, katılaşmış sorun-çözüm döngüsünün dışından, tertemiz, tazecik fikirler, yaklaşımlar getirebilir masanıza. Deneyi tasarlayın, süreci fazlandırın ve küçük başlayın, ama başlayın.
Futurate! Çabalarınızın bugünü kurtarmak için değil, geleceği tasarlamak için olduğu perspektifini koruyun. Reaksiyon gösteren olmayın, tasarlayın. Esnek alanlar, esnek yaklaşımlar geliştirin. Hata yapmayan değil, hatalardan dönüşen, büyüyen olmaya çalışın. Güç, zorluklar karşısındaki kaskatı duranların değil, rüzgarlarla bükülebilen ve o kuvveti geleceğe uzanmak için lehine çevirebilenlerin olacak.
Unutmayın ki kendi içimize her zamankinden daha çok baktığımız bu günlerde, attığımız adımlar, aldığımız kararlar kendi kişisel yolculuğumuzun önemli birer parçası ve yansıması. Pandemi ile deneyimlediğimiz bu dönüşüm sürecine bir proje gibi yaklaşmak yerine, kişisel ve organizasyonel düşünme biçimlerimizde temel bir değişime gitmeyi değerlendirebiliriz. Parçası olduğumuz organizasyonları, esnek, öğrenmeye, değişime açık ve yaratıcı düşünme yaklaşımlarını benimsemiş organizmalara dönüştürmek bizim elimizde.